31 Mayıs 2009 Pazar

İnka Uygarlığı

machu_picchuincamapfrancisco_pizarro

İnkalar 12. yüzyıl'da Peru'nun güneyinde, Cuzco vadisinde yerleşmiş bir kızıldereli topluluğudur. Cuzco bölgesinden çevreye yayılmaya 15. yüzyıl başlarında sekizinci imparatorları Virokaça döneminde başlamışlardır. Huayna'nın büyükbabası imparator Paçakuti ve babası Topa dönemlerinde yapılan birçok fetihler sonucu, İnka İmparatorluğu And Dağları boyunca büyük bir hızla genişlemiştir. İnkalar kendilerinden önceki And uygarlıklarının ve egemenlikleri altına aldıkları toplulukların kültürlerini özümseyerek yeni bir uygarlık yaratmışlardır. Yaklaşık 12 milyon nüfusu bulunan ve And Dağları'nda yaşayan toplulukların hemen hemen tümünü kapsayan İnka İmparatorluğu gelişmiş bir yönetim düzenine sahipti. İmparator ve İnka soyluları eyaletlerden köylere uzanan bu çok tabakalı siyasi yapıyı yönetirlerdi. Tarıma dayalı üretimin vergilendirilmesi, gelişmiş ulaşım sistemi ile tüm imparatorluk düzeyinde gerçekleştirilirdi. İnkalar Güney Amerika uygarlıkları arasında mühendislik ve mimarlıkta, maden işçiliği, dokumacılık, seramik, yapımında ileri tekniğe sahiptiler. İnka'ların kendi tarihlerini anlatan zengin bir edebiyatleri vardı, mitolojileri ise İspanyol istilasından sonra İspanyol tarihçileri tarafından yazıldı. 1533'te Francisco Pizarro (sağda) önderliğindeki İspanyolların İnka topraklarını ele geçirmesi ve yönetime el koymasıyla İnka İmparatorluğu kısa sürede zayıfladı ve dağıldı.Pizarro 300 kişilik bir grup olarak geldiği İnka ülkesindeki altın zenginliğini görüp, ülkenin kralını öldürmüş ve ülkesine gemiler dolu altınla dönmüştür. Sonrasında ise İnka toprakları İspanyol istilasına uğramıştır.

İspanyollar İnka topraklarını hakimiyetleri altına aldıktan sonra yerüstü ve yeraltı zenginliklerini yoğun şekilde kullanmışlardır. Bu uzun süreç boyunca İnka halkına yönelik katliam olarak adlandırılabilecek bir politika yürütmüşler, halkı esir etmişler, madenlerde öldüresiye çalıştırmışlardır. Esir olmak istemeyen erkekler kendilerini, eş ve çocuklarını uçurumlardan aşağıya atarak toplu intihar etmişlerdir.İspanyollar gelmeden önce 12 milyon olduğu tahmin edilen İnka nüfusu, katliam sonrasında 1,5 milyona kadar düşmüştür. İspanyolların yaptıkları katliam için anlatılanlar korkunçtur. İspanyollar sabahları horozların ötmesiyle İnkaları kesmeye başlarlar ve güneş batana kadar öldürmeye devam ederlermiş. İnkalar bu durum üzerine toplanmışlar ve "neden bizi öldürüyorlar?" diye tartışmışlar. Horozların ötmesi sonrasında başlayan öldürme eyleminin nedenini horozlara bağlamışlar. İspanyolların horozların ötmesine sinirlendiği için İnkaları öldürdüklerine kanaat getirip ülkedeki bütün horozları kesmişler.

İnka İmparatorluğu'nun başkenti denizden 3500 metre yükseklikteki Cusco'dur. Yukarıda fotoğrafı görülen terkedilmiş antik şehir ise 2500 metre yükseklikte kurulmuş Machu Picchu'dur. Machu Picchu'da 1000 kadar insanın yaşadığı tahmin edilmektedir. Kral, soylular ve din adamları ile ailelerinden oluşan bu nüfus nedeni bilinmeyen bir şekilde şehri terketmişlerdir. Bu konuda birçok rivayet vardır ama bunlardan en ön plana çıkanı, İspanyollar tarafından işgal edilen İnka topraklarında Machu Picchu halkı şehri İspanyollardan koruyabilmek için yaşadıkları yeri terkederek ve şehire ulaşımı sağlayan geçitleri ve yolları da ortadan kaldırdıklarıdır. Çok yağmurlu olan iklim nedeniyle şehrin etrafını kısa sürede ağaçlar ve bitkiler sarmış, sonuç olarak İspanyollar şehire ulaşamamışlardır. 1911 yılında ise bir Amerikalı gezgin şans eseri şehri bulmuştur. Machu Picchu İnka dilinde "yaşlı dağ" demektir. Fotoğrafta görülen dağ ise "Wine Picchu", yani "genç dağ"dır. Machi Picchu bu iki dağ arasında kurulmuştur.

Bir alfabeleri olmayan İnkaların tarihi de ancak nesiller boyu süregiden sözlü aktarımlar ve yabancı tarihçilerin yazdıkları kadarıyla bilinmektedir.

inka3seramikperu-4bsmall

28 Mayıs 2009 Perşembe

Çocuk İstismarı Nedir?

cocukistismari

Çocuk Kimdir?

Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre ise "Ulusal yasalarca daha genç bir yaşta reşit sayılma hariç, 18 yaşın altındaki her insan çocuk sayılır".

Çocuk istismarı nedir?
Çocuk istismarı fiziksel ya da psikolojik olarak bir çocuğa bir yetişkin tarafından kötü davranılmasıdır. Ayrıca çocuklara kötü davranmak veya çocuk istismarı ve ihmali ile de çoğu zaman eş anlamı taşır.

Çocuk istismarı, çok geniş anlamda, belli bir zaman dilimi içerisinde bir yetişkin tarafından çocuğun o kültürde kabul edilmeyen bir davranışa maruz kalması şeklinde tanımlanabilir. Bu davranışlar ülke içinde veya ülkeler arasında farklı boyutlarda gözlenebilir.

WHO’nun (Dünya Sağlık Örgütü) 1985’de yapmış olduğu tanıma göre ise “çocuğun, sağlığını, fizik gelişimini, psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen bir yetişkin, toplumu veya ülkesi tarafından bilerek veya bilmeyerek yapılan davranışlar çocuk istismarı” olarak kabul edilir. Tanım aynı zamanda çocuğun istismar veya şiddet olarak algılamadığı veya yetişkinlerin istismar olarak kabul etmediği davranışları da içine alır. Davranışın mutlak, çocuk tarafından algılanması veya yetişkin tarafından bilinçli olarak yapılması şart değildir. Çocuk istismarı çeşitleri ele alındığında fiziksel, cinsel ve duygusal istismar ile ihmal ayrı ayrı incelenmelidir.

Çocuk istismarının ve haklarının tarihçesi

Çocuğa yönelik kötü muamele ya da çocuk istismarı insanlık tarihi kadar eski, bir o kadar bilinen ancak ortaya çıkarılan sayısı kadar çıkarılmayanları da olan sosyal ve tıbbi bir sorundur. Bir istismar olgusunun saptanması, tıbbi ve psikolojik tedavi sürecin dışında yasal işlemleri de zorunlulu kılar. Çocukluk çağı travmaları içinde çocuk istismarı yinelenebilirliği, çocuğa genellikle en yakınları tarafından yapılıyor olması, bu nedenle de tanımlanması ve tedavi edilmesi en zor olan travma şeklidir.

Çocuk Haklarının Tarihçesi ve Tanımı Savaşların yarattığı olumsuzlukların ortadan kaldırılması ve insanlığın barış ve huzurlu bir dünyada yaşamak isteği sonucu kurulan Milletler Cemiyeti, ilk olarak 26 Eylül 1924’de Çocuk Hakları Cenevre Bildirgesi’ni kabul etmiştir. Ancak 1939 yılında yeni bir savaş çıkması Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin bir süre ertelenmesine neden olmuştur. 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Sözleşmesi’nde çocukların hak ve özgürlüklerine yeterince değinilmediği için çocukların özel durumları ve özel korunma ihtiyaçları nedeniyle çocuklara özgü ayrı bir belge hazırlama çalışmaları başlatılmıştır. 20 Kasım 1959 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 78 ülkenin temsilcilerinin katıldığı genel oturumda Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni oybirliğiyle kabul etmiştir. Geçen otuz yıllık süre içinde üye ülkeler açısından bağlayıcı olan yeni bir uluslararası metnin hazırlanması gerekli görülmüş ve yapılan çalışmalar sonucunda 20 Kasım 1989’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Çocuk Hakları Sözleşmesini oy birliği ile kabul etmiştir. 28 Ocak 1990 tarihinde imzaya açılan Sözleşme, aynı gün 61 ülke tarafından imzalanmıştır. 2 Eylül 1990’da 20 ülke tarafından onaylanarak uluslararası bir yasa gücüyle yürürlüğe girmiştir.

14 Şubat 1990 tarihinde Türkiye tarafından imzalanan ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda onaylanan Sözleşme 9 Aralık 1994 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmıştır. Çocuk Hakları Sözleşmesi 27 Ocak 1995 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak 4058 sayılı yasa ile iç hukuk kuralına dönüşmüş ve Türkiye’de de uygulanmaya başlanmıştır.

Çocuk istismarı türleri

1. Fiziksel istismar

Fiziksel istismar çocuğun fiziksel zarar görmesiyle ortaya çıkar. Genelde ebeveynden zarar gören çocuğun tıbbı yardıma geç başvurulması ve eski yaraların çokluğu ile anlaşılabilir. Fiziksel istismarın yinelenme oranı %20'dir. Fiziksel istismarın hukuki prosedürü incelenirken anayasanın bazı maddeleri ile ceza kanununun bazı maddeleri ele alınacaktır.

Anayasanın 27. Maddesi: Yaşama hakkı, kişinin temel haklarından biridir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 27. maddesinde kişinin yaşama hakkı düzenlenmiştir. Bu maddeye göre: “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. ’’

T.C.K. 477. - 478. maddeleri: Tedip hakkına sahip olan kişilerin çocuğu fiziksel olarak istismar etmesi Türk Ceza Kanunun 477. maddesinde genel olarak ifade edilmiştir: “Her kim idaresi altında bulunan veya büyütmek, okutmak, bakmak, muhafaza etmek veyahut bir meslek ve sanatı öğretmek için kendisine tevdi olunan şahsın üzerinde haiz olduğu terbiye hakkını veya itaat ettirmek salahiyetini suistimal ile o şahsın sıhhatinin muhtel veya bir tehlikeye maruz olmasına sebep olursa on sekiz aya kadar hapsolunur. ”

Yukarıdaki kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere çocuk üzerinde tedip hakkına sahip kişiler; anne-baba, vasi, koruyucu anne-baba, öğretmen ve esnaflardır.

Yukarıda adı geçen kişiler yasa ile tanınan terbiye ve disiplin yetkilerini kullanırken serbest değildirler. Türk Ceza Kanununa göre terbiye ve disiplin araçlarının kötüye kullanılarak çocuğun sağlığının bozulması veya yakın bir tehlikeye uğramasına neden olunması bir suç teşkil etmektedir.

Çocuk üzerinde tedip hakkına sahip olmayan kişilere ilişkin hükümler: Bu kişiler polis ve zabıta memuru gibi kolluk güçleri ile gardiyanlardır. Polis, zabıta memuru, gardiyan gibi sokakta yaşayan, sokakta çalışan veya suç işlemiş, sanık durumundaki çocukla karşı karşıya olan kişilerin çocuğa karşı fiziksel istismar uygulamaları hukuka aykırı bir fiildir. Türk Ceza Kanunu 245. maddesine göre cebri kuvvet kullanma yetkisine sahip olan bu kişiler kanun ve düzene aykırı kötü muamelede bulunursa veya cismen eza vermeye kalkarsa ya da çocuğa vurur veya onu yaralarsa üç aydan üç seneye kadar hapis ve geçici olarak memuriyetten uzaklaştırma cezası verilir. Bu hükümle bu yetkiye sahip kişilerin keyfi davranışları cezalandırılmaktadır.

Çocuğu terbiye ve disiplin amacı olmaksızın istismar edenler, üçüncü kişiler: Bunlar daha önce sayılanların dışında kişilerdir. Örneğin, komşunun veya sokaktaki bir kişinin çocuğu fiziksel olarak istismar etmesi yani dövmesi müessir bir fiildir. Müessir fiiller TCK’nun 456. maddesinde düzenlenmiştir. TCK 456. maddesi kitabın yaralar başlığı altında ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.

Yapılan bazı araştırma sonuçlarına göre; Çocuğa karşı şiddetin yaşandığı ailelerde karı – koca çatışması, tatminsiz evlilik gibi özellikler bulunmuş ve aile içinde genellikle sözlü denebilecek bir şiddetin yaşandığı görülmüştür. Ebeveynlerden birinin üvey olması durumunda çocuğun şiddetle karşılaşma olasılığı fazladır.

Çocuk bakımı ve karar alma konusunda eşit dağılımın yaşanmadığı ailelerde çocuğa karşı şiddet oranı yüksektir.

Ayrıca, büyük ölçüde ailenin yaşadığı sıkıntılar ve ani değişmelerle çocuğa karşı şiddet arasında bir ilişki kurulmaktadır.

Sağlık, ekonomik ve sosyal olanakların elde edilebilirliği ile şiddet arasındaki ilişkiye göre ise, şiddetin yaşandığı ailelerin daha az oranda toplumsal organizasyonlara katıldığı görülmüştür.

Türkiye’de yapılan çalışmalar ise “özellikle geleneksel aile yapılarında, konuşarak ikna etme yerine fiziksel cezalandırma yöntemlerinin sıklıkla kullanıldığını göstermektedir”

Çocuğa Karşı Şiddeti Uygulayan Kimlerdir?

Çocuğa karşı şiddeti uygulayan genellikle tanıdığı, evi, okulu, işyeri gibi yakın çevresinde bulunan erişkinlerdir. Aile içi şiddet çocuğa anne, baba ya da evdeki diğer büyükler tarafından, okulda şiddet ise öğretmenler ve diğer görevliler ya da diğer öğrenciler tarafından uygulanmaktadır. Bunlara ek olarak zihinsel ya da bedensel özürlü, hiperaktif ya da uyum güçlüğü çeken çocuklar şiddete daha sık maruz kalmaktadır.

Aile içinde; anne babanın yaşının çok genç olması, işsizlik, eğitim düzeyinin düşük olması, ekonomik düzeyin düşük olması, ailede uyuşturucu kullanımı ya da alkolizm, aile içi geçimsizlik, çok çocuklu aile ortamı, istenmeyen çocuk olma, anne ya da babada ruhsal bozukluk olması gibi etmenler çocuğa yönelik şiddetin artmasına neden olmaktadır.

Okulda ise; çok kalabalık sınıflar, sosyal baskılar, disiplin yöntemi olarak dayağın kabul görülmesi ya da öğretmenin kişilik yapısına bağlı olarak şiddet artabilmektedir.

Bunun yanı sıra çocuklar; kreşler, yuvalar, bakım evleri gibi kurumlarda da şiddete maruz kalabilmektedir. Buralarda uygulanan şiddet diğer yerlerde olduğu gibi fiziksel, duygusal ya da cinsel istismar şeklinde olabilir.

Fiziksel İstismarın (Şiddet) Çocuk Üzerindeki Etkileri
  • Sosyal öğrenme teorisine göre çocuklar şiddet kullanmayı ve bunun normal bir davranış olduğunu anne-babalarının davranışlarını gözlemleyerek öğrenir.

  • Fiziksel ceza gören çocuk kaygı yaşamakta ve içine kapanmaktadır. Bu çocukların benlik kavramlarının da olumsuz etkilediği belirlenmiştir.

  • Fiziksel ceza ile öz saygının azalması ve psikolojik sorunlar arasında olumlu bir ilişki bulunmuştur.

  • Fiziksel ceza çocukta saldırganlık ve şiddet davranışlarına yol açmaktadır.

  • Şiddetli bir fiziksel ceza ile karşı karşıya kalan çocuk korkmakta ve kendisini çaresiz ve değersiz hissetmektedir.

  • Çocukluklarında fiziksel ceza görmüş üniversite öğrencilerinin yoğun kaygı ve depresyon yaşadıkları, sosyal ilişkilerinin olumsuz olduğu belirlenmiştir.

  • Şiddetli fiziksel cezaya maruz kalan çocuk bunu ebeveynliğin normal bir parçası olduğunu öğrenmekte ve bir yetişkin olarak aynı davranış kalıplarını kendi çocukları üzerinde uygulamaktadır.

  • Şiddetli cezaya maruz kalanların kendi çocuklarını istismar etme olasılığı, bu tür davranış görmemiş çocuklardan 5 kat daha fazladır.

  • Aile içi şiddet araştırmaları, çocuk ve ergen yaşta dayağa maruz kalmanın yaşamın sonraki devirlerinde eşe yönelik şiddet olgusunun hazırlanmasında etken olduğunu göstermektedir.

  • Çocuklukta şiddete maruz kalan çocuk ileriki yaşantısında bunu sadece kendi çocuğuna yönelik olarak değil başkalarına yönelik olarak da kullanmaktadır.

  • abanın anneye saldırgan davranışını gören çocuklar, şiddet kendilerine yönelmese bile kurban durumundadır.

  • Davranış sorunu olan çocuğun, saldırgan davranışları ile ebeveynlerin tutarsız bir disiplin yaklaşımı ve çocuğa ilgi ve desteğin bulunmayışı arasına pozitif bir ilişki vardır.

  • Çocuklukta karşılaşıla fiziksel ceza sonucunda ilerideki yaşlarda ortaya çıkan saldırganlık davranışları erkeklerde kızlara oranla daha fazladır.
2- Cinsel istismar

Çocukların cinsel yollarla istismar edilmesidir. İntihar girişimi, okuldan kaçma, antisosyal davranış bozuklukları en önemli belirtilerdir.

Çocuk ve erişkin arasındaki temas ve ilişki, o erişkinin veya başka birinin seksüel stimülasyonu için kullanılmışsa, çocuğun cinsel istismara uğradığı kabul edilir. Cinsel istismar “bir çocuğun bir başka çocuk üstüne belirgin bir gücü veya kontrolü söz konusuysa ya da bariz bir yaş farkı varsa da gerçekleştirilebilir. ” Bu tanımlama özellikle erişkinler tarafından çocuklar üzerinde oluşturulabilecek her türlü cinsel istismarı kapsamaktadır

5237 SAYILI TÜRK CEZA KANUNU

Cinsel saldırı Madde 102 -
(1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Suçun; a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, (verilen cezalar yarı oranında artırılır.)

Çocukların cinsel istismarı Madde 103 -
(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;

On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,…….

Reşit olmayanla cinsel ilişki MADDE 104 (1) Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, on beş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Cinsel taciz MADDE 105 (1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına hüküm olunur.

TCK 225-226

Hayasızca hareketler MADDE 225 Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Müstehcenlik, MADDE 226

a) Bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünleri veren ya da bunların içeriğini gösteren, okuyan, okutan veya dinleten,

b) Bunların içeriklerini çocukların girebileceği veya görebileceği yerlerde ya da alenen gösteren, görülebilecek şekilde sergileyen, okuyan, okutan, söyleyen, söyleten,

c) Bu ürünleri, içeriğine vakıf olunabilecek şekilde satışa veya kiraya arz eden,

d) Bu ürünleri, bunların satışına mahsus alışveriş yerleri dışında, satışa arz eden, satan veya kiraya veren,

e) Bu ürünleri, sair mal veya hizmet satışları yanında veya dolayısıyla bedelsiz olarak veren veya dağıtan,

f) Bu ürünlerin reklamını yapan, kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.

Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünlerin üretiminde çocukları kullanan kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu ürünleri ülkeye sokan, çoğaltan, satışa arz eden, satan, nakleden, depolayan, ihraç eden, bulunduran ya da başkalarının kullanımına sunan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

Fuhuş MADDE 227

(1) Çocuğu fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran, bu maksatla tedarik eden veya barındıran ya da çocuğun fuhşuna aracılık eden kişi, dört yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun işlenişine yönelik hazırlık hareketleri de tamamlanmış suç gibi cezalandırılır.

Çocukların Satılmaları, Çocuk Fuhşu ve Pornografisi Konusundaki İsteğe Bağlı Protokol
Genel Kurul’un 25 Mayıs 2000 tarih ve 54/263 sayılı kararıyla kabul edilmiştir.

Madde 2 ÇOCUK PORNOGRAFİSİ :(c) hangi yoldan olursa olsun, belirleyici özelliği cinsel amaçlı bir betimleme olmak üzere, çocuğu gerçek fiille ya da benzeştirme yoluyla cinsel etkinlik içinde gösterme ya da çocuğun cinsel organlarını herhangi bir biçimde teşhir anlamına gelir.

YANLIŞ-DOĞRU

*Çocuklar cinsel istismarı hayal güçlerinin genişliği nedeniyle uydururlar. - YANLIŞ . Çocuklar bu konuda genellikle yalan söylemezler. İlk kural çocuğa inanmak olmalıdır.

*Olayı provoke eden çocuklar, şirin ve cazip kız çocuklar, evden kaçan çocuklar, ihmal edilmiş çocuklar potansiyel kurbanlardır.

*Bir kez olan ya da tekrarlayan cinsel istismar çocuğun ruhsal ve fiziksel sağlığı açısından ciddi derecede zarar vericidir. Kurbanlar her sosyo-ekonomik ve her sosyo-kültürel gruptan gelen kız ve erkek çocuklar olabilir.

*Parklar, genel tuvaletler, ıssız sokaklar, karanlık yerler, boş inşaat sahaları tehlikeli bölgelerdir.

*Olayın olduğu yer genellikle ev, okul, ev ile okul arasındaki yol gibi çocuğun içinde bulunduğu yakın çevresidir.

*İstismarcılar genellikle yaşlı ve yabancı erkeklerle sokaktaki hırpani serserilerdir. YANLIŞ . Olguların % 80-95’inde fail 20-40 yaşları arasında, kurban tarafından tanınan, evli ve çocuklu erkeklerdir.

RİSK FAKTÖRLERİ

Savaş olan ülkeler,
Gebe annenin diğer çocuğu,
İşsizlik ve ekonomik sorunların yaşandığı aileler,
Standart barınma koşullarına sahip olmayan aileler,
Alkol bağımlılığı,
Ailede ruhsal rahatsızlık olması

Hazırlayanlar : Alper Atınbaş / Ahmet Kocatürk

İlgili Linkler

Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği

Çocuk İstismarına Hayır Facebook Cause

DOKTUS Çocuk Koruma Hareketi


26 Mayıs 2009 Salı

Bira Hakkında Birkaç Lakırdı



Bira arpa maltı, şerbetçiotu, bira mayası ve su ile üretilen, alkol oranı %3,5 ile %5 arası değişebilen( %8′i bulanlarda var), soğuk içilen alkollu bir içki olarak tanımlanabilir.

Birayı ilk MÖ 7000′lerde Sümerliler bulmuş, onlar da Mısırlılara öğrenmiş. Mısırlılarda halk bira, üst tabaka şarap içermiş. Türk soyu olarak kabul edilen Hititler’de birayı tüketmişler. Antik Yunan’da da çok sevilmiş hatta Hipokrat bira için “Susuzluğu giderir, hazma zararsız ve mideyi şişirmez” demiş. Antik Yunan’dan bütün Avrupa’ya yayılan bira özellikle Kuzey Avrupa’da çok tutulmuş.

Osmanlı’da bira mevzuata ilk 1847′de “arpa suyu” olarak girmiş. İlk bira fabrikası 1893′de Bomonti’de kurulmuş, ardından 1909′da Nektar fabrikası hizmete girmiş.

Avrupa’da kişi başına 170 litrelik tüketimle Danimarka biranın kalesi. Onu 147 litre ile Almanya takip ediyor. Türkiye’deki kişi başına bira tüketimi yılda 5,5-6 litre.

Biranın ideal içilme ısısı 6-8 derece. Aşırı soğutulan bira da kendine has lezzetini yitirip, köpürmüyor. Biranın köpüğü ile içilmesi tavsiye ediliyor. Bardağın üstündeki 2-2,5 cm lik bir köpük tabakası şerbetçiotu tadının ve aromanın ortaya çıkmasına yardımcı oluyor.

Bira mayalanmasına göre alt “ale” ve üst “lager” olarak ikiye ayrılıyor. Almanların ‘lager’ tipi birası genellikle açık renkli ve soğuk içiliyor. Belçikalılar birayı çeşitlendirerek çileklisini bile üretmişler !. Çeklerin koyu kıvamlı biraları çok beğeniliyor. İngilizler ve İrlandalılar ale tipi bira seviyorlar ve üretiyorlar. İngilizler birayı oda hararetinde içmeyi tercih ediyorlar ve biraları koyu renkli. İrlanda’nın ihraç malı olan Guinness biraları ise siyah. Bu arada İngilizlerde özelikle işçi sınıfının ve tüm İrlandalıların müdavimi oldukları pubları da unutmamak lazım.

Bana gelince, birayı özellikle sıcak yaz akşamları, hele ki deniz kıyısında isem, güneş batışına karşı içmeye bayılırım. Bir de yanında patates kızartması veya cips olursa …..süper.

Ocak 2006′da Amsterdam’da Heineken biralarının üretim-tanıtım merkezine gittim. Biranın tarihi ve yapımını o kadar güzel realize etmişler ki hayran kaldım. Giriş 10 euro’ydu. Elinize 4 tane de fiş veriyorlar. Bunların üçü bedava bira, biri ise çıkıştaki hediye için.

Genelde dolaşanların yaş aralığı 18-40. Bu nedenle onlara hitap edecek büyük bir aktivite bölümü de hazırlamışlar. Kendi fotoğrafınızı veya videonuzu çekebiliyor, çeşitli oyunlar oynanarak, dj’lik yapabiliyorsunuz. At arabası similatorü ile Amsterdam sokaklarında dolaşabiliyorsunuz. .

Ben Amsterdam’a herhangi bir tur firması ile gitmedim için turla gidenlere böyle bir yerin varlığından bahsediliyor mu bilmiyorum. Müzeler bölgesine çok yakın olan ve haritalarda “Heineken Experience” olarak geçen merkezi mutlaka görün, bira hakkında bilgilenin ve içinde eğlenceli vakit geçirin derim. Dilerim yakın zamanda tanıtım ve pazarlama mekanizması olarak bizim bira üreticilerimiz de böyle merkezler açarlar…..


24 Mayıs 2009 Pazar

Gotik Mimari (1150-1400)

notre_damedom-kolnduomogotik-ic-mekangothic_arch

Norman ve Roman kilise üslubunun sonunu getiren Gotik sanat anlayışı Avrupa için dine yeni bakış, zengin bir kilise ve politik istikrar demekti. Kuzey Avrupa’da ortaya çıkan bu akım, Romanesk’in ağır ve kasvetli havasının yerine, ışığı ve zarafeti getirdi. Gotik uslüpla gelen yeni teknik, bir kilisenin tavanının örtülmesi için çapraz kemerlerin kullanılmasıydı. Böylece sürekli geliştirilebilen ve Norman mimarların hayal bile edemeyeceği yeni olanaklar ortaya çıktı.

Gotik tarzı icat eden Abbot Suger, 1144 yılında ilk denemesinde (St. Dennis Kilisesi - iç mekan - yanda sağ)- Paris’in hemen dışında) belki de ışıktan bir kilise yapmak istemişti. Yapıların ince ayaklar ve dar kaburgalar yardımıyla desteklendiği, serbest kalan duvarlara çok sayıda pencerenini açılabildiği aydınlık kiliseler inşa ettiler. Gotik mimari, ilk başta Romanesk yapılar üzerine denemelerle başladı. Ağır yuvarlak kemerler yerine daha dar sivri kemerler kullanıldı. Yuvarlak kemerlerle belirli bir yüksekliğe ulaşılabilirken, sivri kemerler ile bu kısıt ortadan kalktı. (Duoma Milano - üst soldan üçüncü) (Dom - Köln - üst soldan ikinci)

Gotik mimari de bir diğer konu ise ağırlık dağılımıydı. Ağır taşlardan oluşan tavan örtüsü, yuvarlak kemerlerde basıncı tümüyle aşağı verirken, sivri kemerlerde tavan örtüsünün ağır taşlarının basıncı dışa doğru vermekteydi. Sivri kemerler ve kemerleri desteklemek için kalın duvarlar yerine, taşıyıcı ayaklar kullanılarak, çok daha büyük ve yüksek yapılar inşa edilebilirdi. Bu nedenle Gotik uslüptaki kilise yapımcıları dışa doğru ağırlık dağılımını dengelemek için, duvarları dış ayaklarla desteklediler (Üst soldan birinci Notre Dame Katedrali - 1163-1345)uçan payandalar). Bir Gotik Kilise, taştan bu inca strüktür arasında, çok ince tellerin tuttuğu bir bisiklet tekeri örneği, havada asılıymış gibi gözükür. Bu ayaklar daha ince ve zarif görünmelerine karşın, çok daha az yer kaplar ve yapıya çok güçlü destek sağlar. Bu ayaklar sayesinde Gotik Kiliselerin tavanları yükselir, ayaklar arasındaki vitraylarla bezeli geniş pencereler ibadet mekanını aydınlatmaya başlar.

Gotik tarz yalın bir başlangıçtan, daha karmaşık bir sona doğru gelişim gösterdi. Taşıyıcı kemerlerin çevresine, yapısal açıda işlevi olmayan dekoratif kemerler eklendi. Zamanla bu dekoratif kemerler daha da gösterişli ve karmaşık hale geldi, çoğu zaman altın varakla kaplandı. Gotik tarzı en gösterişli dönemi “Flamboyant”dır(alev benzeri). İngiltere’de “dikey” Gotik olarak adlandırılan bu akımın en iyi örnekleri Londra Westminister Abbey’deki VII. Henry Şapeli (aşağıda soldan ikinci) ve Cambridge’deki King’s Koleji Şapeli’dir (aşağıda soldan birinci).

kingscollege250px-westminster_abbey_westla-saiinte-chapelle-250sainte-sapeli-vitray

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Dikkat ! İnsan Kaynakları

20. yüzyılın son çeyreğine kadar dünya ekonomi literatüründe “İnsan Kaynakları” yoktur, “İnsan Sermayesi” kavramı vardır.

İnsan, üretim sürecindeki “para,makine, insan” üçlü saç ayağından biri ve hatta en maliyetli olanıdır. İşe alınır, kullanım süreci dolunca ise derhal atılır. Kulağı son derece rahatsız eden bu yaklaşıma İnsan Kaynakları teorisyenlerinden önce Birleşmiş Milletler organizasyonu el atmış ve insanlık dışı koşullarda çalıştırılanlara yönelik bir dizi önlem getirmiştir.

1970’lere gelindiğinde ise Amerika Birleşik Devletler’indeki dünya devi firmaların yüksek maliyetler ve verimsizlik nedeniyle kar edemez hale gelmesi, akademisyenleri “İnsan Kaynağı” üzerine çalışma yapmak üzere tetiklemiştir. İnsanın sadece bir şirket girdisi sayılamayacağı, onun da ihtiyaçları, beklentileri, sıkıntıları olabileceği yaklaşımı kısa sürede karşımıza “İnsan Kaynakları Teorisini” çıkarmıştır.

Günümüzde her çaptaki şirket için en kısa tanımı ile İnsan Kaynakları “şirket bünyesine girmeye aday veya içindeki insanların ihtiyaçları ve beklentileri ile ilgilenen bölümdür”.

İnsan Kaynakları bölümleri şirket çalışanlarının bahsi geçen ihtiyaç ve beklentilerini elindeki bir dizi enstrümanla karşılar; işe alım ve oryantasyon, performans değerlendirme, eğitim yönetimi, ücretlendirme yönetimi, kariyer yönetimi, çalışan iletişimi ve motivasyonu , sosyal hak ve faydalar ve organizasyonel gelişim.


2 Mayıs 2009 Cumartesi

Hat Sanatı Tarihi

seyh_hamdullah_0004Şeyh Hamdullah
Son araştırmalara göre Arap yazası, bugünkü Filistin yöresinde yaşayan Nabati adlı bir Sami kavminin yazısından çıkmıştır. Arap yazısının estetik bir yapıdan uzak ilk örneklerine Hz. Muhammed'in doğumundan iki yıl önce yazılmış olan Zebed adlı yazıtta rastlanır Bu yazı daha çok köşeli bir karakter taşımaktadır.

İslamiyeti kabul eden uluslarca benimsendiği için, Arap yazısı, İslam yazısı olarak adlandırılır. Bu yazı, önceleri değişen siyasal merkezlere göre tanımlanıyordu. Yani Mekke'de mekki, Medine'de medeni adını alan İslam yazısı, dördüncü halife Ali'nin Küfe kentini başkent yapması üzerine Küfi olarak adlandırılmış ve bundan sonra da bu adla tanınmıştır. Bu yazı 10.yy'da Abbasiler'in ünlü veziri ve hattatı İbn Mukle'nin elinde değişikliğe uğramıştır. Onun kufi yazıdan oluşturduğu muhakkak, reyhan(reyhani), silis, nesih, tevki ve rik'a adıyla anılan altı çeşit yazıyla, harfler artık köşeli görünümlerini kaybederek yuvarlak bir karakter kazanmıştır. Harflardeki yuvarlaklık, hat sanatının birden bire gelişmesine yol açmıştır. Bu altı çeşit yazıya aklam-ı sitte (altı kalem) adı verilir.

Aklam-ı sitteyi oluşturan yazılardan muhakkak ve reyhani boylarının büyüklüğü nedeniyle 16.yy'dan sonra terkedilmiş ve yerlerini sülüs ile nesih'e bırakmıştır. Tevki genellikle vakıf işlerinde, vakfiyelerin yazılmasında rik'a ile birlikte kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca hattatlar, öğrencilerine verdikleri icazetnamelerin (diplomaların) altına kendi imzalarını ve "bu kişiye yazı yazma izni verdim" cümlesini bu yazı ile yazdıklarından, rik'aya Osmanlı Türkleri'nde hatt-ı icaze ya da hatt-ı icazet adı da verilmiştir.

Aklam-ı sitte'yi İbn Mukle'den sonra 11. yy'da Arap Hattatı İbnü'l-Bevvap geliştirmiş, 13. yy'da da Yakut-i Musta'sımi güzelleştirmiştir. Bu tarihten sonra Türkler de hat ve hattatlıkla uğraşmılardır. II. Beyazıt döneminde yetişen Seyh Hamdullah (yukarıda), Yakut'un eksiklerini tamamlayarak yazıyı kurallar içine aldığı gibi, estetik bakımdan da geliştirmiş ve Türk beğenisine uydurmuştur. 15. yy'dan sonra İstanbul, hat sanatının merkezi olmuştur.

Aklam-ı sitte'den sonra 11. yy'ın başlarında, İran'lı hattatların çabasıyla, birleşmeden yazılan harflerin de birleşmeye zorlanmasıyla talik adı verilen yazı çeşidi ortaya çıkmıştır. Büyük olasılıkla tevki'den sonra geliştirilen bu yazıyı okumak ve yazmak çok zordur. Bir kelimedeki bütün harflar birbirine asılı bir durumda bulunur. Zaten talik sözcüğü de asılı, sarkık anlamına gelir. Bu hat Türkiye'de hemen hemen hiç kullanılmamıştır.

Zorluğu yüzünden talik, 14. yy'dan sonra az kullanılmaya başlanmış ve yerini, genel olarak ona benzemekle birlikte yazılması ve okunması daha kolay olan ve adına nestalik denen yazıya bırakmıştır. İran ve Azerbaycan'da gelişen bu yazı, Türkiye'ye Fatih Sultan Mehmet döneminde girmiş ve 19. yy'da İran üslübundan kurtularak Yesarizade Mustafa İzzet'in(aşağıda solda) elinde bir Türk nestaliki niteliğine bürünmüştür. Nestalik daha çok edebiyat yapıtlarının, divanların yazılmasında ve ayrıca Şeyhülislamlık dairesinde kullanılmıştır.

Arap ve İranlılar'dan sonra Türkler'in de hat sanatına bazı katkıları olmuş, divani ve celi divani yazılarını Türkler icat etmiştir. Divani, ilk kez I. Çelebi Mehmet dönemi belgelerinde görüldüğü için daha önce gelişmiş olduğu akla gelmektedir. Celi divani ise dinani'nin irisi demektir. Bu iki yazıda harfler iç içe yazıldığı için okunması zordur.

Geçmiş Dönem Türk Hattatları (alfabetik) : Abdulfettah Efendi, Abdullah Muhsinzade, Ahmed Karahisari, Aziz Efendi, Çarşambalı Hacı Arif Bey, Çırçırlı Ali Efendi , Dedezade, Derviş Abdi, Derviş Ali, Esma İbret Hanım, Ferhat Paşa, Hacı Arif Efendi, Hafız Osman, Hasan Çelebi (Hasan bin Ahmed), Haydarlı Ali Efendi, İmad, İsmail Zühdi Efendi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Mahmud Celaleddin, Mehmed Nazif Bey, Mehmed Şefik Bey, Mehmed Şevki Efendi, Mustafa Dede, Mustafa Eyyubi, Mustafa Rakım, Nazıf Bey, Ömer Vasfi Efendi, Ramazan bin İsmail, Sami Efendi, Seyyid Abdullah, Seyyid Mehmed, Sultan II. Mahmud, Sultan III. Ahmed, Şeyh Hamdullah, Veliyüddin Efendi, Yesari Mehmed Esad Efendi, Yesarizade Mustafa İzzet

Eğer eski hattatların elinden çıkmış ferman ve beratlar, sülüs, nesih, talik ve divani yazı ile yazılmış levhalar, hilye-i şerifeler, murakkalar, karalamalar, tekke levhalardan oluşan eserler ve hat ile ilgili malzemelerin değerleri nedir diye merak ederseniz buyrun Antik AŞ'nin müzayede satış fiyat açılışlarına bakalım. Tıklayınız.
yesarizade_mustafa_izzet_0001hafiz_osman_0002Hafız Osman
Kaynak : Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, HatveSanat.com (hattat listesi)